Yazar Bilge Fatma Akbaş: Mutluluğu aramak yerine, yaşamayı seçmek için yazdım

173843

Yazar Bilge Fatma Akbaş: Mutluluğu aramak yerine, yaşamayı seçmek için yazdım

Bilge Fatma Akbaş’ın ilk kitabı “Memeli Horoz A.Ş.”yi anlattı.

Zerrin SARAL

Bilge Fatma Akbaş’ın ilk kitabı “Memeli Horoz A.Ş.” geçtiğimiz günlerde Majör Yayınlarından çıktı. Erkek şiddetini reddeden kadınlara adanan roman üzerine Akbaş’la söyleşi gerçekleştirdik. Romanın ana fikrinin dünyayı yeniden tasarlamak olduğunu belirten Akbaş “Mutluluğu aramak yerine, yaşamayı seçmek için yazdım” diyor. 

“Memeli Horoz A.Ş.”nin ortaya çıkmasında sizi huzursuz eden, harekete geçiren daha doğrusu yazma sürecini başlatan duygu neydi?

Kadın olarak yaşadıklarım elbette. Bu bir isyan manifestosu. Bir çığlık. Her gün bir kadın ölürken başka bir şey yazmak aklıma gelmedi.  Acıyı tanımadan yazmak zor. Hayat, acayip bir kurgu. Hepimiz yanlış okuyoruz evrenin metinlerini. Sıradanın güzelliğini, basitin naifliğini, azın değerini, paylaşmanın kıymetini unutturdular bize. Hayat stresli bir kompleks. Bu kaos topunu elimizde patlamadan sakin ve yavaşça bırakmanın bir yolunu bulmak için geç kalmamalı. Çünkü ortak hasar kalıcı olur. Bu, her şeyi düzeltmekle ilgili, dünyanın değişmesi için.

Memeli Horoz A.Ş. erkek şiddetine maruz kalmayı reddeden kadınlara adanan bir roman. Bu anlamda daha okumaya başlamadan meseleyi sahiplenen, elini taşın altına koyan algısal bir güçle karşılaşıyor okuru. Neler söylemek istersiniz?

Hayatımızın makasını değiştiren şeylerin, ‘küçük karşılaşmalar ve sıradan davranışlar’ olduğunu anladığımızda değişim kaçınılmazdır. Gazeteler, televizyonlar her yer kan ve sperm kokuyor. Romanda geçtiği gibi bu bir hormon savaşı, testosteron yarışı adeta. İçinden çıkamadığımız görünmez bir ağ var. Çıkışların erkekler tarafından tutulduğu. Romanda karakterler yaşanan vahşeti başka bir dille, tavırla ele alıyor. Suçlu değil çözüm derdindeler ve bunu yapıyorlar. Hepimizin bizi anlayacak, elini uzatacak insanlara ihtiyacı var. Kadınlar susar. Onlar çılgın koleksiyonculardır. Neşeye, güzel anılara prim vermezler. Onların ganimeti; uğradıkları haksızlıklar, başlarına gelen acı olaylardır. Bu yüzden yazdım. Mutluluğu aramak yerine, yaşamayı seçmek için. 

“Babasının sevmediği kızlarını kimse sevmiyordu işte! Bir erkeğin açtığı yaraya başka bir erkek merhem sürmek istemiyordu.” Romanda geçen bu sözler Mina’nın içinde bulunduğu sorunsalın farkındalığını ortaya koyuyor. Bir yandan kendi olabilme isteği diğer yandan yaşamak zorunda bırakıldığı yaşam arasında sıkışma. Tıpkı romanın diğer kadın kahramanları Sevda ve Zehra gibi. Bu ruh hali kadınlara öğretilmiş bir kader mi?

Kadınlar, annelerinin ayakkabılarını giyip, onların sesiyle konuşur. Erkekler; babalarının gölgesini takip eder, fark etmeden kötülüğü devralır. Maalesef. Aile içinde değer görmeyen kadın, toplumda da aynasıyla karşılaşıyor. Toplum bireylerden oluşuyor. Fakat birey olmak noktasında kadının konumlandırıldığı yer demek istesek, böyle bir yer bile yok çoğu zaman. Aidiyetsiz kadın, kendini bir yerlere bir takım rollere sıkıştırarak var olmaya çalışıyor. Şapka düşüp kel görününce, uyuyan güzel uyanınca, ne kadar öpse de kurbağanın prense dönüşmeyeceğini anladığında iş işten geçmiş oluyor.

Kitabın ismi dikkat çekici, romanı bütünlediğini söyleyebilir misiniz?

Dişil yönüyle “memeli”; eril yönüyle “horoz”. Alt metinde başkaldıran. Maskülen bir duruşu var romanda karakterlerin. Yıllarca makinenin dişlileri arasında sıkışmış, yenidünya düzeninde neredeyse cinsiyet rolleri değişmiş. Buradan hareketle Memeli Horoz A.Ş. kapitalizmin bizi zorladığı kimlik karmaşası ya da bölünmesi sebebiyle olduğumuz kişiden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatmak için yazıldı. 


“ANA FİKİR YENİ BİR DÜNYA TASARLAMAK”

Romanınızda gerçek üstü olaylar yaşanmasa bile distopik bir taraf var. “İyilik ve kötülük” kavramlarını, “şiddet, suç ve ceza” üçgeninde değerlendiren bir kurgu. Kimi zaman öfke ve şiddet duygusunun yükselişe geçtiği, kimi zaman ironinin ağır bastığı kendine has bir atmosfer. “Otomatik Portakal”’ı da hatırlattı kısmen…

Bugüne kadar televizyonlarda, gazetelerde, kliniklerin üçlü deri koltuklarında, evlerde düzenlenen günlerde, orada, burada hep kadınların yaşadığı zorluklardan bahsedildi. Peki, erkek çocuk olarak büyümek nasıldı? Sürekli şişirilen egoyla öğretilen bir erkeklikle başa çıkmak, erkek olmanın içini doldurmak… Dünyaya gelmelerinin, evrenin mucizesi olarak algılanması, hatta neredeyse annelerinin babalarının onlara bakarken adeta tekrar tekrar iman etmesi. Her şeyin ellerinin kiri olacak kadar basit ve değersiz olduğunun öğretilip sonra o basit şeyin bacaklarının arasında muhtaç olma travması.  Ve bu genişlikle, sonsuzlukla başa çıkmak zorunda bırakılmaları. Erkek olmak zor iş. Evet, “Otomatik Portakal” ise merkezine şiddet bağımlısı bir çeteyi alarak aynalamıştır toplumu. Arka fonda Beethoven’ın 9. senfonisi çalar. Ayak izlerini takip ettiğimizde ergen erkek bireyleri, ailelerini tüm bunların topluma etkilerini ironik bir üslupta görürüz. Bu mevcudiyet içerisinde zaman ve mekan bir uyaran halinde distopik oluyor hem bireye, hem de topluma.

Kadın karakterlerin çok olduğu bir roman “Memeli Horoz A.Ş.” Hemen hemen hiçbiri bir diğerine fark atmıyor, ya da öne çıkmıyor. Dengeyi sadece bilge kişiliği ile bir adım öne çıkaran tek bir kişi var, “Yeni dünyayı biz tasarlayacağız” diyen büyükanne.  Bu rol dağılımı bilinçli bir tercih mi? 

Kesinlikle bilinçli bir tercih. Romanın merkezindeki ana fikir yeni bir dünya tasarlamak. Kadına şiddeti anlatırken erkek dünyasına değindiğim cümleler var. Bu amaçla hiçbir karakter diğerini geçmeye çalışmadı.  Carl Sagan’ın da dediği gibi: “Dünya, üzerinde hayat olduğunu bildiğimiz tek yer. Gidebileceğimiz başka bir yer yok. Ziyaret edebileceğimiz yerler var ama henüz yerleşemeyiz.”

evrensel.net