Memeli Horoz Şiddete Başkaldırıdır – Hürriyet

MEMELİ-HOROZ

Memeli Horoz Şiddete Başkaldırıdır – Hürriyet

Bursalı yazar Bilge Fatma Akbaş, tarih boyunca kızlara verilen öğütlerle erkeklere verilen öğütlerin; birbirini anlamak ve sevmekten çok, itaat ve emretmek üzerine kurulu olduğuna dikkat çekerken, bu ötekileştirme döngüsünün daha çocukken kırılması gerektiğinin altını çiziyor. Kadına şiddete karşı edebiyat yöntemiyle çözümler arama derdinde olduğunu anlatan yazar Akbaş, “Şiddete sadece erkeklerin sorunu değil ‘iyi insan’ olamama sorunu olarak bakmalıyız. Buna ahlaki açıdan da mecburuz. Çünkü insan olmaya çalışmak, erkek olmaya çalışmaktan çok daha kolay,” diyor.

Tüm dünyada kadına yönelik şiddet farklı boyutlarda ve yoğunlukta yaşanmaya devam ederken, tüm toplumu etkileyen şiddete karşı mücadeleler de sürüyor. “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” yaklaşırken, Bursalı yazar Bilge Fatma Akbaş da ilk romanı ile ihtiyacını duyduğumuz “insanlık adına umut var” düşüncesine edebi anlamda katkı koyuyor. Yazar Akbaş ile yazma serüvenini ve gerçek olaylardan esinlenerek kaleme aldığı “erkek” şiddetine maruz kalmayı red­deden bütün kadınlara adadığı ilk romanı Memeli Horoz A.Ş.’yi konuştuk.

‘Memeli Horoz’ şiddete başkaldırıdır

– Romanınıza geçmeden önce sizi tanımak adına, yazar hakkında kısmında söz edilen “içine konuşup dışına sustu” cümlelerini açabilir misiniz?
Beş yıl önce kaybettiğimiz çok sevdiğim Gülten Akın’ın şiirindeki gibi, “Maalesef kimselerin vakti yok durup ince şeyleri düşünmeye”. Dünya bu kadar hızlı biçim değiştirirken dille de oynandı. Aynı dili konuşuyoruz ama birbirimizi anlayamıyoruz. Herkesin her şeyi bildiği bu yerde ben hiçbir şey bilmemeyi, susmayı tercih ediyordum. Öte yandan çocukluğumdan bu yana neredeyse bulduğum her şeyi okuyacak kadar çok okurum. Türk edebiyatına ayrı bir hayranlığım da var, beslendiğim çok yazar da. Bir süre sonra benim için yazmak iletişim kurmanın bir üst modeli oldu. Üstelik her zaman değiştirme ve düzeltme imkânım da bulunuyor. Ama konuşmak öyle mi? Ok gibi fırlıyor ağzımızdan kelimeler ve açtığı yaranın telafisi yok. Herkes yaralı.

ŞİDDET DÜNYANIN YARASI

– Bu susma sürecinden roman yazma serüvenine nasıl geçiş yaptınız?
Kafamda deli sorular vardı. Memeli Horoz A.Ş. uzun zamandır yazmaya çalıştığım bir kurguydu. Romanı yazarken merkeze şiddeti alan ve toplumu öyle aynalayan Otomatik Portakal’dan da etkilendiğimi söylemeliyim. Ben de masamda, çekmecelerde notlar çoğaldıkça endişeye kapılıp yazmamak için tuhaf bahaneler arıyordum kendime. Karakterlerle konuşup onların yaşadığı sorunları anlamaya çalışırken; aslında hepimizin bir şekilde şiddet gördüğünü hissediyordum. Dünyanın derdi bu; insanın yarası. Kabuk bağlasa da altındaki pembe yaranın aslında hep sızladığını düşünüyorum. Kalemimi samuray gibi salladıkça meselelerin üzerine cesaretimi kıran bir şey oluyordu. Çok okuyordum, çok araştırıyordum çok gözlemliyordum ama yazmak için bunların yetmeyeceğini biliyordum. Yazarlık atölyesine başlamam da böyle oldu.

‘Memeli Horoz’ şiddete başkaldırıdır

SÜZGEÇ OLDUĞUNU GÖRDÜM

-Kolay oldu mu hissettiklerinizi edebi bir eserle yazıya dökmek?
Üç yılı aşkın bir süre devam ettiğim Hakan Akdoğan’ın atölyesinde yazmanın nasıl bir süzgeç olduğunu gördüm. Kumu eleyip içindeki altınları bulmak gibi bir serüvendi. Bir sürü dosyayla derse gidip üç kelimeyle eve dönmek beni ne kadar doğru yolda olduğuma inandırdı. Silmekten, atmaktan hatta yeniden başlamaktan korkmuyordum. Diğer yazar arkadaşlarımla Bursa’da çıkartma yaptık diyebilirim. Peş peşe romanlarımızı yayınladık. Zihnimdeki karnavalın deliliğe değil edebiyata dair olduğuna inandıran kıymetli hocam Hakan Akdoğan’a huzurlarınızda bir kez daha teşekkür etmek isterim. Benim için şahane bir süreçti. Üstelik kitabımın çıkışında tatlı bir tesadüfle kalemini ve yaşama tarzını Aydın Boysan’a benzettiğim Bursa’nın değerli iş insanı ve yazarı Özkan İrman’ın desteğini almak da beni çok mutlu etti. Bursalı yazarlara kapılarını açan Majör Yayınları’nın ilk kadın yazarı olmak da ayrıca onur verici oldu.

KAHKAHALARIN ALTINDA TRAVMALAR VAR

– Karakterleri yaratırken yaşanmışlıklardan, tanıklıklarınızdan yararlandınız mı?
Uzun yıllar iş hayatında gözlemlediklerimden yararlandım daha çok. Makyajla kapatılan acıları görebiliyordum. Ya da kahkahaların altına saklamak istenilen travmaları; yalnızlıkları, anlaşılmamanın verdiği sıkıntıyı. Vazgeçişleri, yeniden başlama korkularını. Hepimiz kaybedenler kulübünün üyeleriyiz aslında. Bir şekilde var olduğumuz bu yerde kendimizi bilmediğimiz sıfatlarla oyaladığımızı düşünüyorum. Artık asansörle çıkılıyor kariyer basamakları. Herkesin ayak izi birbirinin üzerinde. Kim deli, kim dahi, kim şizofren, “kim“ gerçekte kim anlamak çok zor! Kaybolmuştum. Ben de yazarak eve dönmenin yollarını arıyorum. Herkes gibi bir yuva arayışındaydım. Günün sonunda hepimiz kayboluruz ama pek azımız bunu kendimize itiraf edebiliriz.
– “Beyaz yakalı bir şizofren olmayı reddetti” cümlesi iş hayatınızda yaşadığınız cinsiyetçi tavırlara bir gönderme mi yoksa?
Evet. Modern hayatın üretimlerinden biri de bu. Herkes birbirinin ötekisi olmuş durumda. İnsanlar yüzyıllardır bir takım fikirler üretip sonra da onun kölesi oluyor. Kötülüğe sürekli farklı elbiseler giydirip isimler takıyorlar. “Organize aptallık” diyor romanda “Mina,” ben de ona sonuna kadar katılıyorum (gülerek). Ben de sürekli değişen dünyada kendilerine yer edin­meye çalışırken maruz kaldıkları mobbinglerden, uğ­radıkları ihanetlerden, haksızlıklardan, hakaretler­den, takmak zorunda oldukları maskelerden,“mış” gibi yapmaktan, her gün bir kız kardeşlerinin sev­dikleri adam tarafından katledilmesinden deliye dö­nen ve “iyileştirme projesi” başlatan bir grup kadının hikâyesini anlatmaya çalıştım.

‘Memeli Horoz’ şiddete başkaldırıdır

MEMELİ HOROZ BENİM LAKABIMDI

– Kitabınızın isminde yer alan “Memeli Horoz” imgesi ne ifade ediyor sizin için?
Dişil yönüyle Memeli, eril yönüyle Horoz; alt metinde de “erk düzene” başkaldıran! İş hayatında benim lakabımdı. Kitaba ismini böyle verdi. Memeli Horoz A.Ş’yi ise iyileştirme fabrikası olarak düşündüm. Eşlerine bir şekilde şiddet uygulayan erkek karakterlere, okuma fişleriyle eğitimlere başlatıp yavaş yavaş ilerletiyoruz; kötülükten arınmaları, iyi bir insan olmaları için. Derslere yeni başladık, onlar henüz süngülerini indirdi. Bu yüzden devam romanı da gelecek. İyileştirme fabrikasından da ‘insan’ olmadan çıkış yok… Gerçekleri görmek konusunda miyop olduğumuzu düşünüyorum. Erkekler kendi gerçeklikleri karşısında erkekliğini yitiriyor. Biz de kader karşısında kadınlığımızı. Aramız da binlerce gölge ceset var. Oysa insan olmaya çalışmak, erkek olmaya çalışmaktan çok daha kolay!

ÇOK ÇABUK UNUTUYORUZ

– Tüm dünyada kadına yönelik şiddet farklı boyutlarda yaşanmaya devam ediyor. Yazarın yaşadığı çağla ilgili toplumsal sorumluluğu konusunda düşünceleriniz neler?
Şiddet bir gelenek olarak devam ediyor. Unuttuğumuz ya da bilinçaltımızda saklanan acıyı farkında olarak ya da olmayarak aktardığımızı düşünüyorum. Öğrenilmiş davranış biçimleri de diyebiliriz. Öfkeyi kendi arızalarının yara ban­dı olarak kullanıyorlar. Bu sadece erkek sorunu değil buna ‘insan’ sorunu olarak bakmalıyız. Buna edebiyatla, farklı bir açıdan çözüm aramaktı derdim. Yaşanan acıların kayıpların her hangi bir reklam kadar bile akılda kalmamasına deliriyorum elbette. İnsana olanlar çok çabuk unutuluyor. Zaten hakkımız olan bir şey için neden ekstra bir çaba ve erkekler tarafından onaylamaya ihtiyacımız olduğunu ben anlayamıyorum. Eşit şartlarda geliyoruz dünyaya ama bir şey oluyor ve dengeler bozuluyor. Bunu artık çözmemiz gerek diye düşünüyorum. Biz Memeli Horoz A.Ş.’de başladık bile… Öte yandan romanda kadın-erkek karakterleri arasındaki çatışmalara karşın, kadın karakterler arasında bir dayanışma mozaiği de var. Bu benim gerçek hayatta da görmeyi çok arzu ettiğim bir şeydi.

‘Memeli Horoz’ şiddete başkaldırıdır

ÖTEKİLEŞTİRİLMENİN ÖNÜNE GEÇMELİYİZ

– Kitabınızdaki kadın karakterlerde var olma mücadelesi ve eşlerinde belli bir gelişim süreci sonrası yeni bir hayatın mümkün olduğu mesajı var. Sizce gerçekten insanlık adına umut var mı?
Sonuçta hepimiz “Annelerimizin, bütün hasarlarını içimize soktukları ço­cuklarız.”
Olayları da bu hale biz getirdik. Büyürken hiçbir şey anlatıldığı gibi çıkmamıştır zaten. Kızlara verilen öğütlerle erkeklere verilen öğütler; birbirini anlamak ve sevmekten çok, itaat ve emretmek üzerine kuruludur. Gelin kaynana, baba oğul, anne oğul ilişkisinde de hep böyle olmuştur. Bu döngünün kırılması gerekiyor. Kadınların daha ço­cukken ötekileştirilmesinin önüne geçmeliyiz. Buna ahlaki açıdan da mecburuz. Kadınlar erkeklerden daha zeki, dünyayı önce kadınlar yönetiyordu gibi konulara girmeyeceğim. Herkes biliyor bunları. Yeniden tasarlayabiliriz dünyayı. Carl Sagan’ın da dediği gibi; ‘Dünya, üzerinde hayat olduğunu bildiği­miz tek yer. Gidebileceğimiz başka bir yer yok. Ziya­ret edebileceğimiz yerler var ama henüz yerleşemeyiz.’ Bu nedenledir ki; bu büyük yanılsamadan, hezeyandan kurtulup bir an evvel uzlaşmalıyız.

‘Memeli Horoz’ şiddete başkaldırıdır

KALBİMİ ACITAN ÇOK ŞEY OLDU

– Romanın içeriğinde geleneklerin kıskacında yaşanan cinsellik de çarpıcı bir gerçeklikle anlatılmış. Karakterlerin hikâyelerini yazarken zorlandığınız anlar oldu mu?
Yazarken zorlandığım kalbimi acıtan çok şey oldu. Zehra yaşamak için ölü taklidi yapmak zorunda kalıyordu. O da gözlerini kapatıp babasını öldürüyordu. Babası ölürken eşi Galip hayata dönüyordu daha da güçlenip vahşileşerek. Mina sürekli uyuyordu. Kötülük onda uyku yapıyordu. Uyanması on sekiz yılına mal olmuştu. Sevda vazgeçmişti. Ona merhamet etmeyen Tanrı’dan! Aile denilen birbirine eklenmiş yabancı saçmalığından, aşk denilen açmazdan, din denilen illüzyondan, hayat denilen keşmekeşten, dünya denilen çöplükten. Âdem Oğlu’nun, önce yıllara sonra sırasıyla aylara, günlere, saatlere, dakikalara, saniyelere, saliselere kadar didikleyip, parçalarına ayırdığı zamandan… Bunları düşünmek bile çok zordu.

HAYATA YENİ BİR SENARYO YAZILIYOR

– Yerine göre oldukça sert ve cesur, yerine göre de mizahi bir diliniz var. Ayrıca kurgunuzda Okan Bayülgen, Cem Yılmaz gibi tanıdık isimleri de görüyoruz. Kendinize özgü bu dili kurarken nelere dikkat ettiniz?
Öncelikle taraf tutmamaya özen gösterdim. Bizi raydan çıkaran şeylerin altını mizahla çizmek istedim. Mizahın iyileştiren bir tarafı olduğunu düşünüyorum. İkisi de işlerini, hayattaki duruşlarını çok beğendiğim insanlar. “Çok ünlüler, çok meşguller.” Onlarla başka nerede olabilirdim ki (gülerek). Ben de romanda onlarla iş birliği yapmanın tadını çıkardım.
– Şimdilerde bütün dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinden geçerken, bu süreçte yazma serüveni nasıl devam ediyor?
Hayatın senaryosunun tekrar yazılmak üzere olduğunu düşünüyorum. Öncekini beğenmiyordum zaten. Umarım en kısa zamanda bunu da atlatıp yeni hikâyeler yazarız. Geçmiş olsun dünya… “Geçmiş olsun insanlık.”

Hürriyet