Bilge Fatma Akbaş: “Edebiyat başkalarının hayatını izlediğimiz sinema perdesidir.”

Bilge Fatma Akbaş: “Edebiyat başkalarının hayatını izlediğimiz sinema perdesidir.”

Bilge Fatma Akbaş ile “Erkek” şiddetine maruz kalmayı reddeden kadınlara adanan Memeli Horoz A.Ş. (Majör Yayınları) romanı üzerine söyleştik.

İlk kitabınız olan Memeli Horoz A.Ş.’ye geçmeden önce yazarlık yolculuğunuzu sormak isterim. Yazmaya nasıl başladınız ve sizi yazmaya yönelten nedir?

İNSANLIK DİYE ANLATILAN EFSANEDE ALDIĞIM POZİSYON YAZMAK

Anlatıcı ile dinleyici arasındaki boşluğu doldurmanın yazmakla mümkün olduğunu anladığımdan beri yazıyorum. Konuşurken etrafa saçtığımız kelimelerin hedefini bulduğunu düşünmüyorum. Aynı dili konuşuyoruz ama birbirimizi anlamıyoruz. Anlıyor ‘muş’ dinliyor ‘muş’ gibi yapıyoruz, uyaranımız çok fazla, dikkatimiz dağılıyor. Yazmak benim için aynaya bakmakla aynı. Gerçeği bütün karmaşasına, çirkinliğine rağmen kabul edip yola devam etmenin bir yolu.     

Farklı boyutlarda ve biçimlerde uygulanan kadınlara yönelik şiddete dur diyebilmek için bir “iyileştirme projesi” ekseninde şekillenen romanı yazmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl şekillendi bu çerçeve?

Uzun zamandır kafamın içinde dönüp duruyordu. Başka bir dünyanın mümkün olabileceğini, kırdığımız, bozduğumuz yerden tamir etmek yerine yenisini yapabileceğimiz inancıyla ortaya çıktı. Her gün gazete ve televizyonlarda şahit olduğumuz olaylar; ‘ben buna soykırım diyorum’ uykularımı kaçırıyor, yaşama hevesimi boğazıma diziyor. Çemberin dışında olmak yaşanan vahşeti görmeme, acıyı iliklerime kadar hissetmeme mani değil. Her gün bir kadın “sevdiği güvendiği erkek ta­rafından aşk diye, sevgi diye, kıskançlık diye, namus diye, töre diye öldürülüyor. Bedenen ve ruhen sakat kalanları da sayar­sak dünyanın yarısını katlettik demektir. Şiddet öğrenilen bir davranış biçimi. Erkeklerin öfkeyi kendi arızalarının yara ban­dı olarak kullandıklarını düşünüyorum. Bu sadece erkek sorunu değil buna ‘İnsan’ sorunu olarak bakmalıyız. Her insan ken­dinden önceki insanı taklit ediyor. 

Romanınızın adını neden eril ve dişil çağrışımları bir arada barındıran Memeli Horoz olarak seçtiniz? Romanı hangi yönleriyle kuşatıyor bu imge?

Her alanda yaşadığımız eşitsizlik ve ötekileştirme karşısında almak zorunda bırakıldığımız ‘gardın’ sembolü olarak seçtim. Gücümüzün sınırlarının bir etek veya uzun saçla çizilmemesi gerektiğini vurgulamak için. 

Farklı toplumsal sınıfları temsilen şiddete maruz kalan; “Ayağını kalbimin üzerinden çeksin,” diye feryat eden Mina, “Neden benim rengim pembe,” diye isyan eden Zehra, “Korkuyorum! Ölmekten çok korkuyorum,” diye bağıran Sevda ile bunlara şiddet uygulayan erkek karakterleri ve “Hiçbir kadın zaten hakkı olan bir şey için yalvarmamalı,” diyen aktivist Büyükanne, Defne, Ferzan ve Devrim karakterlerinin oluşum sürecinde kendinize nasıl bir yol haritası çizdiniz? Kurmaca karakterler yanında Okan Bayülgen ve Cem Yılmaz’ı da kurguya dâhil etmenizin sebebi nedir?

BAŞKASININ KARANLIĞINI GÖREMİYORUZ

Hiçbir kurgu gerçek hayat kadar çarpıcı değil. Okurken ya da izlerken büyülendiğimiz şey yan dairede, üst katta ya da sokağın diğer tarafında oluyor. Kapılarımızı kapatıp perdeleri çekince göremediğimiz olayları izliyor ve okuyoruz aslında. Üstüne bir de ışıkları açınca gözlerimiz kamaşıyor, başkasının karanlığını görmek zorlaşıyor. Romanı kurgularken gerçek olayları merkeze alıp distopik bir dünya yaratmaya çalıştım. Adsız kadınlar toplantısında şiddet gören kadınların anlattıklarını kaydedip beylere dinleterek yaptıklarının yarattığı korkuyu ve güvensizliği anlamalarını istedim. Sarsıldılar, farkında olamamanın nelere yol açabildiğini gördüler. Arzu ettiğimiz yaşamların uzağına düştüğümüzü eğer istersek düzeltebileceğimizi anlatan dersler verdik.  Ferzan dil ve üslup olarak diğerlerinden biraz farklı. Okan Bayülgen ve Cem Yılmaz’la uzaktan kurduğu ilişki çok güçlü. Aynı dili konuşuyorlar, aynı espirilere gülüyorlar. Aynı jenerasyonun ürünleri sonuçta. Aklı ve yaşamı onlarla ölçüyor. Okan bayülgene platonik olarak aşık da diyebiliriz. Dünyadaki yerinin sınırlarını onunla ölçüyor. Biraz matrak bir kız.

Romanı kurgularken nelerden beslendiniz? Sadece hayal gücü ve gözleme dayalı olarak mı yazdınız? Tanıklık, yaşanmışlık ya da daha farklı etkileşimler oldu mu?

İnsan ve bir kadın olarak yaşadıklarımdan yola çıkarak tasarladım. Aradan paranın gücünü çıkarırsak bütün hayatlar birbirine benziyor. Öyle ya da böyle benzer sorunlar yaşıyoruz. Yaşadıklarımızın izlerini kimimiz makyaj malzemesiyle, kimimiz öfkeyle, kimimiz kendimizden büyük hareketler yaparak kapatırız.  Dünyaya gelmek bizim suçumuz değil.. Hayata uyumlanamamanın acısını başkasından çıkarıyoruz. Hep bir suçlu aramamız bence bundan. Neden başka türlü bir hayatımız olmasın? Olabilir…

Romanda projede yer alan dosyalara Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız, Külkedisi masallarının ismini vermenizin nedenlerini açıklar mısınız?

MASALLAR BİZE GERÇEĞİ ANLATIR

Kadınların hikâyelerinin masal gibi başlamasından yola çıkarak tasarladım. Uyuyan güzeller uyanıp, ne kadar öpseler de kurbağanın prense dönüşmediğini fark edince,“ Memeli Horoz A.Ş,“ ye başvuruyor. Fabrika, iyileştirme merkezi olarak kullanılıyor. Erkekler, konfor alanlarından uzakta aldıkları eğitimlerle, kendileriyle yüzleşiyorlar. Düşünme fırsatları oluyor. Sorunumuz tam da bu. Akıp giden hayatın içinde düşünecek

İyimser bir yaklaşımla belli bir eğitim süreci sonunda şiddet uygulayan erkeklerde olumlu yönde bir dönüşüm gerçekleşebileceği savından hareketle kaleme aldığınız romandaki gibi, bireysel ve toplumsal anlamda özellikle çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde değişim umudunuz var mı? Bununla bağlantılı olarak, edebiyatın bu sürece nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?

EDEBİYAT BAŞKALARININ HAYATINI İZLEDİĞİMİZ SİNEMA PERDESİDİR.

Kelimelerin gücüne inananlardanım. İnsan olarak harika bir donanıma sahip olarak geliyoruz dünyaya. İçine doğduğumuz aile, coğrafya, kültür; bunlar şekillendiriyor bizi. Hayata atıldığımızda kafamız karışıyor. Adapte olmanın binlerce yolu var ve bize hangisi kolay geliyorsa onu seçiyoruz. Derimizi kalınlaştırmayı marifet zannediyoruz. Edebiyat insanın varlığını sorgulayıp başka hayatlar olduğunu öğrenmemizi sağlayan en önemli araç. İçindeyken, yaşarken ıskaladığımız nüansları karakterler üzerinden görüp fark ederiz. Kendimizle, yaşadıklarımızla kıyaslarız. Onlar gibi olmaya çalışırız. Yanıldığımızı görürüz. Edebiyat; kendi hayatımızı farklı bir kurguyla izlediğimiz sinema perdesi görevi görür. Az şey mi?   

Romanda ana izlekle bağlantılı olarak gerçekçi ve yer yer sert bir söylem olmakla birlikte mizahi unsurlar da bulunuyor.  Ayrıca başka yazar ve düşünürlerden alıntılarla da içeriği zenginleştirdiğiniz dikkat çekiyor. Kendinize özgü bu dili kurarken ve atmosferi oluştururken nelere dikkat ettiniz?

SIKICI HAYATLARIMIZIN OYUNCAKLARI İNSANLAR OLMAMALI

Dünyanın derdi olan bu meseleyi şefkatin ve mizahın diliyle anlatmak istedim. Soruyu da cevabı da biliyoruz aslında. Bizden çok önce yaşamış insanların attığı yanlış temellerin yıkılıp yenisinin yapılması gerektiğinin altını çizmek istedim. Erkek çocuklarının dünyaya gelmelerinin, evrenin mucizesi olarak al­gılanması, hatta neredeyse annelerin babaların onlara bakarken adeta tekrar tekrar iman etmesi! Her şeyin ellerinin kiri olacak kadar basit ve değersiz olduğunun öğretilip, sonrada o basit şeyin bacaklarının arasına muhtaç olmak travması. Ve bu genişlikle sonsuzlukla başa çıkmak zorunda bırakılmaları. Erkek olmak zor işJ)) Dünya­nın dönmek ve yönetilmek için kas gücüne ihtiyacı yok. Bütün bunların bir ilizyondan ibaret olduğunu, gerçeğe, insana yakın durmamız gerektiğini mizahi bir kurgunun içinde hatırlatmak için yazdım.

Yeni bir kitap çalışmanız var mı?

Bu bir üçleme.  İlk romanda yeni bir dünya tasarımının ilk adımlarını attık. Uyuyan güzeller uyandı. Kurbağaları tespit edip eğitimlerine başladık. Verdiğimiz davet çok ses getirdi. İkinci romanda çok ilginç şeyler oluyor… Son düzeltmelerini yapıyorum, heyecanlıyım…

edebiyathaber.net